14 Aralık 2024
Editör

Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 5. Mektubu

Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye 5. Mektubu

Hakk yolunda kardeşim, pir yolunda sırdaşım, nur-i çeşmim (gözümün nuru), haldaşım, pek kıymetli İhsan Efendi oğlum,

Hakk yolunda kardeşim, pir yolunda sırdaşım, nur-i çeşmim (gözümün nuru), haldaşım, pek kıymetli İhsan Efendi oğlum,

“es-Selâm kable’l-kelâm”mucibince (sözden evvel selâm -hadis-i şerif) Cenab-ı Hakk’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Muhabbetli ve pek gayetli İhsan Efendi oğlum, Vahdet-i Vücud, cüzz, küll, vahdet-i şühud gibi mevzular sizin de naklettiğiniz gibi sadece ham sofuların ağzında dolaşan sözler olmaktan çıktı. Artık avam dahi bu gibi mevzularda fikir beyan etmeye başladılar. Allah sonumuzu hayreyleye. Evvelâ size lazım olan tedbir şudur ki:

İlmi olmayan, hâl yoluna sülûk etmeyen, öğrenmek için değil iddia için soru soran kişilerden uzak durunuz. Lâkin yanlış konuşmalarına da müsaade etmeyiniz.

Fıkh-ı Ekber’in (İmam-ı Azam Ebu Hanife v.767) ve Emâli Kasidesi’nin (Siracuddin Ali bin Osman el-Uşi el-Fergani v.1173) şerhini okumakla isabet buyurmuşsunuz. İlâveten bazı özel malumatı size nakletmekle bu hususta yardımcı olmaya çalışayım.

Evlâdım, şunu bil ki Allah Teâlâ, haşa Allah’lığını kimseye vermez. Kullarına kendinden tecelli eder, fiiliyle, sıfatıyla onlardan gözüktüğü tasarrufları vardır amma neticede buna mazhar olanlar dahi bu nev’i halleri asla kendilerine râci kılmamışlardır ve kılamazlar da.

Bütün gözüken cüzler Cenâb-ı Rabbü’l-Âleminin eseridir ve bilhassa insan o bütünden (Küll’den) eser taşır. Yani cüzler Küll’dendir. Amma bu cüzlerin mecmuu (toplanmış hali) bir tane küll yapmaz. İşte bu mevzuda yanılanların ekserisi buradan hataya düşerler. Sonra Allah Teâlâ âlemlerden müstağnidir. (Âlemlerden münezzehtir, ihtiyacı yoktur.) Fakat âlemler ve cümle mevcudat asla ve kat’a Cenab-ı Allah’tan müstağni ve münezzeh değildir, O’nsuz olamazlar.

Bazı kimseler “Bu âlem hayal âlemidir, misal âlemidir; bizler de rüyada gibiyiz dolayısıyla hiçbir şey göründüğü gibi değildir, eşyanın hakikati vardır. Sen eşyada kalma, hakikatine nazar et!” gibi sözleri birbiriyle karıştırarak, Hakk ile batılı karışık göstererek, kendilerini aldatmakla kalmıyorlar, başkalarını da aldatıyorlar. Öyle kimselere, zerre kadar insafları var ise şu sorular sorulmalı:

Bu âlem hayal âlemi bile olsa sen buradaki hayatınla mukayyet (kayıtlı ve bağlı) olduğun müddetçe bal gibi de bu âlemden mesulsün! Bu âlemin emirleriyle ve halleriyle memursun hatta mahkûmsun. Ne zaman sözle değil hâl ile müstağni olursun, o zaman bu sözlerin bir kıymeti olabilir. Öteki türlü bu demlerden bahis açmak gevezelikten başka bir şey değildir. Sonra daha evvel de zikrettiğim gibi eğer böyle olmasaydı hiç Hz. Allah güneşe, aya, geceye belli zaman ve mekâna, bu âleme ait eşyaya yemin eder miydi? Demek ki kul olarak haddi ve hududu aşmamalıyız. Eşyanın zâhirini bilmeden bâtınını bildiğini iddia etmek, meyvenin daha kabuğunu görmeden tattığını söylemeye benzer. Birazcık zikretmekle, birazcık da kitap okumakla kendini “oldum, maksudumu buldum” iddiasında bulunanların hali aynen böyledir. Kişi kulluğunun zirvesine bile kadem bassa yine onu Allah Teâlâ’nın şeraiti ihata eder. (içine alır) Sırât-ı müstakimden ayrı düşemez. Rasulullah (sav) Efendimiz bu dünyadan göçmeden evvel hastalıktan baygın düşmesine rağmen yine de namaza gayret etmedi mi?

Ki O Zât-ı Âli’nin Duha vaktinin güneşi gibi âlemlere nurlar saçan mübarek vechine Cenab-ı Hakk yemin etmiştir. Rızayı ilahiye mazhar, eşyanın hakikatine aşina ve agâh olan Hz. Fahr-i Âlem böylece gayret edecek, ibadeti terk etmeyecek, sonra bazı zavallılar eşyanın hakikatine erdik deyu gafletle ibadet ve taatten düşecekler, bir de bu sefih hallerini evliyaullahın yoluna ve sözüne dayandırmaya kalkacaklar. Bu hal kişiyi dünyada da ahirette de maskara eder.

Evlâdım, hâsılı, tarikat yolu görmek yoludur. Kişi görmeden ve gördüğünü mürşidine sormadan bu mevzularda lafla gevezelik etmemeli. Gördüğü de kendisine kalmalı. Zamanı geldiğinde anlatması gereken kısmı ve şahsı kendisine gösterilir. Başkalarının gördükleriyle de meşgul olup oyalanmamalı. Vakit ve ömür kısa, menzil ise gayet uzak. Oyalanmak ve mâlayani ile meşgul olmak için ahmak olmak lazım. “Men arefe nefsehu, fekad arefe Rabbehu” diye buyrulmuştur. Yani “Kim nefsini bildi, Rabbini bildi” manasına gelen bu ulvi sözü de yanlış şerh ediyorlar. Burada kişiye lazım olacak ilk şey, nefsinin aczini bilmesidir. Yoksa “Rabbin tecellileri tamamıyla nefsindedir.” demek değildir. Evlâdım unutma ki Hz. Allah zâtı, sıfatı ve fiilleri itibariyle ancak yine Allah ile bilinir. Mürşid, bu bilmenin önündeki perdeleri kaldıran kişiye denir. Senin kavradığın ve senin “Budur!” dediğin ayrıdır. Sensiz ve bensiz “O”nun tecelli etmesi ayrıdır. “Sen, ben” dediğin mahlûktur. “O” ise Hâlık-ı Zülcelâl ve’l-Cemâl, ve’l-Kemâl’dir. Bunları anlamayanlar, vahyin kendisine geldiğini zanneden vahiy kâtibi gibi huzurdan, Nazar-ı Rahmani’den düşen kişi gibi olurlar. Cenâb-ı Hakk muhafaza eyleye.

Füsûsu’l-Hikem (Muhyiddin ibni Arabi v.1240) bahsine gelince, evlâdım, malumat olarak belki okuman faidelidir. Fakat şunu unutmayasın ki: orada okudukların dahi Hz. Şeyhu’l-Ekber’in kendi müşahedesi yani kendisine göre olan tecellileridir. Bu nev’i eserler ancak seyr-i sülûkunu tamamlamış, kâmil mertebesindeki zevât için mütalaa sahasıdır. Yoksa değil cahillerin daha tahareti bilmez gafillerin okuması, orta halli dervişlerin bile okuması münasip değildir. Dervişlerin, bazı sohbetlere giderken ve bazı kitapları okurken mürşidlerinden ayrıca izin almaları icap eder. Buna riayet etmez sonra da yolu sarpa sararsa kendi düşen ağlamasın.

Pirdeşim, evlâdım İhsan Efendi, şeyhinize bizden bahsetmişsiniz ve onunla konuşamazsanız rüyalarınızı bana yazabileceğinizi söylemiş. Daha evvelce size arz etmiştim. Rüya şeyhin namusudur. Ancak müsaade ederse başkasına anlatabilir. Siz de bu nutku haklamışsınız (sözü yerine getirmişsiniz) ki ilk önce izninizi sonra da rüyanızı yazmışsınız. Edebe riayetiniz bizi dilşâd eyledi. (Gönlümüzü hoşnut eyledi)

Yazdığınız rüyaya gelince Rasûlullah (sav) Efendimiz ile beraber Hz. Ebû Bekir Efendimiz’i görmeniz inşallah bu yoldaki sadakatinize işaret ve beraberlerindeki Hz. Ömer Efendimiz’den Bakara sûresinin o ayetlerini dinlemeniz bu yolda sizin muhafaza edileceğinize ve inşallah ileride bu yolun âdab ve erkânını başkalarına da öğretecek mürşid olacağınıza işarettir. Maşallah, Bârekallah! Şunu da arz edeyim ki:

Gençliğimde aynı esmâ ile meşgul iken fakire de benzer bir mana gösterilmişti. Zaten tarikat piri ona derler ki, kendisi bu dünyadan göçse de yolunu takip eden sâliklere (dervişlere, talebelere) hep aynı sınıflarda aynı dersleri okutur. Diğer rüyada gördüğün o zâtlar çektiğin esmâdan hâsıl olan meleklerdir. Sana gösterilen o büyük meleğin adı Necmeddin’dir. Bir nice zaman farklı farklı şekillerde yine kendisiyle görüşeceksin. Bu sırrı başkalarına ifşâ etmeyesin. Ham sofular “Rüya var mıdır yok mudur?” diye tartışıp dursunlar, Ehl-i tarik dersini ve talimini yapmakla meşgul yani tarikat görmek demektir. Vesselâm.

Zikrullah ve devrandan sonra cismen hararetin artması tabii bir haldir. Bu hararet geçsin deyu su ve meşrubat içmek doğru değildir. Kendiliğinden geçmesi makbuldür. Bedenen de bu nev’i hararet zuhûr ettiğinde meşrubat içmek zararlıdır. Bir müddet sonra zikrullahtan sonraki hararet hali de sizden alınacak, farklı bir hal verilecektir inşallah. O hal gelene kadar sâir vakitlerinde de dilin kuruyuncaya kadar salavat-ı şerife çekmeye gayret et. Bunun  bereketi ve sırrı devam edince sana keşfolacak inşallah.

Hakk Teâlâ’nın zikriyle dillerimiz ve nefislerimiz kurusun. Kalplerimiz ve gönüllerimiz nurdan pınarlarla dolsun. Habibinin zikriyle ruhlarımız coşsun, demler, sâfalar ziyâde olsun. Aşkullah ve aşk-ı Resûlullah ve muhabbet-i evliyâullah an be an ziyâde olsun. Dualar ve niyazlar indallah makbul ve hatta mergup kılınsın. Allah Teâlâ’nın selâmeti, afiyeti, bereketi ve rahmeti sizin ve sevdiklerinizin ve mü’minlerin üzerlerine olsun. Âmin.


Editör diğer yazıları