Rabıta

Rabıta, mürîdin önüne ve gönlüne sunulmuş bir model şahsiyete benzemesi, onunla olan kalıp beraberliğini kalb ile sürdürmesidir.

Râbıta, etrafında kıyametler koparılmak istenen bazılarınca şirke kadar varmakla itham edilen bir tasavvuf meselesidir. Bu kavram ilk devir sûfîlerince pek kullanılmadığı için neredeyse mahkûm edilmiş ve ona muhdes, ya da bidat gözüyle bakılmıştır.

Aslında “râbıta” bağ, alaka, artırmak, güçlendirmek, vuslat ve muhabbet anlamlarınadır. Nasıl sevgi, sevgilinin hayalini, güzelliğini, hal ve hareketlerini düşünerek kalbi sevgiliye bağlamak ise, râbıta da aynı şekilde kişinin mürşidine sevgiyle gönülden bağlanmasıdır.

Kur’ân’da aynı kökten “ribat”, “murâbata”, “rabt-ı kalb” şeklinde muhtelif kavramlar yer almaktadır. Ribat ve murâbata, sınır boyunda nöbet beklemek, cihada hazırlıklı olmak ve nöbet beklemeye yarayan mekân, gibi anlamlar ifade eder. Kelimenin böyle fiziki bir anlamı olduğu gibi, metafizik ve mistik bir anlamı da vardır. Nitekim rabıt ve râbıta kelimeleri aynı zamanda zahid ve zahide anlamına gelmektedir Râgıb İsfahânî, el-Müfredat adlı Kur’ân lügatinde; “Ey iman edenler, sabredin, düşmanlarınızla sabır yarışı yapın ve murâbata yapın, (savaşa hazırlıklı olun, nöbet tutun) Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmrân, 3/200) ayetinde geçen murâbata kelimesinin iki anlamı olduğunu belirtmektedir.

Bunlardan biri müslüman ordugâhlarında düşmana karşı nöbet, diğeri de bir namazdan sonra diğerini bekleyerek nefse karşı uyanıklık, kalbe girebilecek düşmanlara karşı duyarlılıktır (el-Müfredat, s.271).

Râbıta her ne kadar Nakşibendiyye tarîkatına has bir özellik olarak dikkat çekiyorsa da, aslında bütün tarîkatlarda vardır. Hatta insan olan her yerde râbıta vardır. Çünkü râbıta, fıtrî ve tabiî bir olgudur, ideal kahramanların, ideal davranışlarından yararlanma, o kahramanlarla bütünleşme ve aynîleşme yoludur.

Râbıta insanî bir insiyaktır. Fiziki, içtimaî, ruhî ve ahlakî kişiliğin başkaları üzerinde olumlu, yada olumsuz etkisidir. Her sanatın ve ilmin pir ve uzmanı, o ilim ve sanat mensupları için örnek ve ideal insandır. Tasavvufta hedeflenen kâmil insanı yetiştirmek üzere müridlerin gönlüne kâmil bir model konulur ve mürid onunla aynîleşmeye çalışır.

“Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar.” “Üzüm üzüme baka baka kararır.” “Kır atın yanında duran ya huyundan, ya suyundan.” gibi Türkçemizdeki atasözleri, bu manadaki kalbî bağlılık (râbıta) ve fiziki beraberlik sonucu meydana gelebilecek etkileri ifade etmektedir.

Tasavvufta râbıtanın amacı “râbıta-ı huzur”dur.

Yani sâlikin daima huzur-i ilahîde bulunduğu duygusunu sağlamaktır. Her an Allah’ı karşımızda görür gibi yaşamaktır. Bunu sağlamak çok zor bir olaydır. Çünkü Allah müşahhas bir varlık değildir. Öyleyse kulun yoğunlaşmasını sağlayacak, teksifini kolaylaştıracak bir terbiyeye ihtiyaç vardır.

Tasavvufta bu terbiye yollarından biri de insan-ı kâmil konumundaki şeyhle kalbî irtibattır. Mürşid-i Kâmil, kendisine bağlanan saliki alır, önce Hazreti Rasûl’de fani olmaya, ardından da asıl paye olarak Rabb-ı Muteâl’de faniliğe ulaştırır.

Râbıta bir bakıma başkalarına benzeme ve taklit arzusunun tezahürüdür. Bu yönüyle tasavvufî eğitimde bir terbiye vasıtası olarak görülmüştür. Çocuklukta anne-babayı taklitle başlayan, öğretmen ve ideal şahsiyetleri taklitle gelişen insandaki benzeme duygusu, fıtrîdir. İstenildiği kadar karşı çıkılsın, her insanın hayatında bunun belli bir yeri vardır. Ancak burada taklitten kastedilen, gelip geçici hevesler türünden olan benzeme değil, aynîleşmedir. Zira basit taklitler, moda gibi gelip geçicidir. Aynîleşme ise taklidin bir ileri derecesidir.

Aynîleşmede önce benimseme ve zamanla itiyat haline getirme söz konusudur. Tasavvufta râbıta, kâmil ahlak sahibi kişilerle kurulması istenen sevgi bağıdır. Sevenle sevilenin bir olmasıdır. İnsan karakteri, başkalarının yaptıklarını aynen yapmak suretiyle farkına varmadan bir biçim kazanır. Kişinin şahsiyetinin dokunmasında sevdiğinin tavırları önemli bir fonksiyon icra eder. Çünkü insan sevdiklerini önyargısız ve peşin hükümsüz benimser ve onlarla bütünleşir. Yıldızlar ve güneş için cazibe gücü ve çekim kanunu neyse insanlar için de sevgi odur.

Tasavvufta râbıta, müşahede ve iyan mertebesine ulaşmış bir mürşid-i kâmile gönül bağlamak, huzurunda ve gıyabında onun suretini, sîretini ve rûhaniyyetini hayal etmek, yanında iken takındığı tavrı, gıyabında da sürdürmeye çalışmak ve edebe riayet etmektir. Râbıtada önemli olan şeyhin suret ve sîretini hayalde muhafaza etmektir. Mürşidin huzurunda bulunma mülahazası, bazen icmalî, bazen tafsîlî bir biçimde olur. Mürid dikkatini şeyhi üzerinde yoğunlaştırmalıdır. Bu suret ve sîreti hayalde muhafaza durumu, zamanla şeyhin ahlak ve özellikleriyle bezenmiş hale gelmeyi sağlar Buna fenâ fi’şşeyh denir.

Konuya psikolojik açıdan yaklaşıldığında, psikolojide örnek alınan enerjik karakterlerde sirayet özelliğinin varlığı kabul edilmektedir.Güçlü insanlar daima, zayıflar için ilham kaynağıdır. Adeta onları peşlerinden gitmeye zorlamaktadır. İleriye atılan bir kumandanın askeri harekete geçirmedeki gücü buna en iyi örnektir. Güçlü insanlar ve büyük liderler, bir mıknatıs gibi, aynı karakterde olan insanları kendilerine çeker ve etkilerler. Çünkü güçlü insanların sergilediği örnek etkileyicidir. Herkes onları taklit etmek ister, onlara duyulan hayranlık hissi zihnî kabiliyetleri geliştirir insanın manevî bakımdan yükselmesine engel olan nefse karşı koyma direnci kazandırır.

Hadîs-i şerifte şöyle buyrulmaktadır “Salihlerin anılması anında rahmet-i ilâhiyye iner.” (bk. Keşfu’1-Hafâ, II, 70, 1772) Salihlerin sadece hatırlanmış olması rahmet-i ilâhiyyenin nüzulü için yeterli olmaz. Ancak gönülden onlara uyma ve onların izinden gitme arzusu ile kusurları giderme isteği uyanırsa bu, insanda aktivite ve aksiyon sebebi olur, iyi işlerin sebebi, gönüldeki iyi arzu ve istektir.

Salihleri iyi halleriyle anmak, böyle bir hevesin meydana gelmesine sebep olduğundan onları anmak rahmete medâr olur. Salihleri anmak, onlara benzemeye, onlara benzemek de rahmet-i ilâhiyyeye medâr olduğu gibi, onların güzel ahlakını düşünüp benzeme arzusu taşımak da aynı sonucu doğurur.

Sûfîlere Göre Râbıtanın Delilleri

Sûfîler râbıtayı tabiî bir olay olarak görmekle birlikte bazı ayetleri buna delil sayarlar. Bu ayetlerin ba’zıları şöyledir:

1- “Ey îman edenler, Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 9/119) Ayette geçen “beraberlik” konusunu Nakşibendiyye meşayihından Ubeydullah Ahrar (ö.895/1490) şöyle açıklar:

“Buradaki sadıklarla beraber olma emri, mutlak ve daimî bir beraberliği ifade eder. Beraberlik iki türlü olur. Hakîkî ve hükmî beraberlik. Hakîkî beraberlik sadıklarla aynı mecliste büyük bir kalb huzuru ile fiziki olarak da ortamı paylaşmaktır. Hükmî beraberlik ise onlarla aynı mekânda olmanın imkânsız olduğu zamanlarda gıyabî olarak suret ve sîretlerini tahayyül etmek suretiyle fikrî, zihnî ve kalbî olarak beraber olmaktır.”

2- “Ey îman edenler, Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın! O’nun yolunda cihad edin.” (el-Mâide, 5/35)

Ayette geçen “vesile” mutlak, dolayısıyla da genel anlam ifade eder. Râbıta da O’na yakınlığa bir vesîle olduğundan bu hükme dâhildir. Bilindiği gibi vesîle, “Allah’a yaklaşmak için istifade edilebilecek her şeydir.” Hakk’a yakınlıkları bilinen ve “görüldüğünde yüzleri Allah’ı hatırlatan…” (bk. İbn Mâce, Zühd/4) Allah adamlarını Allah’a vesîle saymak hem tevessül, hem de râbıtadır. Salihlerle tevessül etmeye hadislerde ruhsat vardır.

3- “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki (ittiba’), Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün.” (Âl-i İmrân, 3/31)

Ayette geçen ittiba‘ görmekle olur. Görmenin de bir maddî, bir de manevî olanı vardır. Maddî görme basarla, manevî görme basîretle olur. Râbıta da manevî ru’yetten başka bir şey değildir. Mürşidine râbıta edenin şeyhinin bağlı bulunduğu silsile yoluyla Hz. Peygamber’i görmüş sayıldığı görüşü tasavvufta esastır.

4- “O kadın (Züleyha) andolsun, ona (Yusuf’a) musallat olmayı kafasına koymuştu. Eğer Rabbinin burhanını görmemiş olsaydı, o da o kadını arzulamıştı. İşte biz ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim diye burhan gönderdik. Çünkü Yusuf, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.” (Yûsuf, 12/24)

Âyetin tefsirinde Zemahşerî “burhan”ı şöyle açıklamaktadır. Burhandan maksat Ya’kub’un (a.s) sûretinin bir anda Yusuf’un gözünün önünde canlanıp hayretle parmağı ağzında ona “Aman kendine sahip ol, ondan yüz çevir !” diye hitap etmesidir. Babasının böyle gözünün önünde canlanıp kendini uyardığını gören Yusuf, toparlanmış ve bu işten vazgeçmiştir.” (bk. el-Keşşaf, II, 312)

Râbıta bu ayetin tefsirindeki “Yusuf’un Ya’kub’un hayalini görmesi” gibi, müridin şeyhinin hayalini gözünde ve gönlünde taşımasıdır. Hz. Peygamber’e salat u selam getirerek gönülde bir sevgi bağı oluşturmak da bir tür râbıtadır. Hz. Hasan’ın dayısı Hind b. Ebî Hale’den Hz. Peygamber’in hilyesini sorarak “Onun özelliklerini dikkate alıp onunla kalbi bir bağ kurmak için, senin onu bana tasvir etmeni istiyorum.” demesi (bk. Tirmizî, Şemâil/17-18) bir bakıma kalbi alaka ve râbıtadır. Hadis kitaplarında Hz. Peygamber’in konuşmalarını nakleden sahabilerin Şimdi onu görür gibi oluyorum, onun şöyle şöyle yaptığını gözümle görür gibiyim.” (bk. Buhârî, Enbiyâ/54, Müslim, Cihad/105) tarzındaki ifadeler, bu tür hayalde canlandırmaların fıtrî ve tabiî oluşunu göstermektedir.

Râbıtada kafa karıştıran taraflardan biri, belki resimle yapılan râbıtadır. Özellikle tevhîdi ikame için gelmiş ve putlarla mücadelede tevhidin tenzîhî boyutuna büyük önem vermiş bir dinin mensuplarının fotoğraf kullanarak râbıta yapmaları, genellikle tehlikeli değerlendirmelere sebebiyet vermektedir. Bu tür değerlendirmelere sebebiyet vermemek için resimle râbıta yapılmaması tavsiye edilmektedir.

Netice itibarıyla râbıta, Allah ile kul arasına üçüncü bir şahsı sokarak irtikâp edilmiş bir şirk değil, aksine mürîdin önüne ve gönlüne sunulmuş bir model şahsiyete benzemesi, onunla olan kalıp beraberliğini kalb ile sürdürmesidir.

 

Kaynak: Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, s.364 vd.


Editör diğer yazıları