Editör

Tasavvuf, Havâssa Ait Ledün İlmidir

Tasavvuf, Havâssa Ait Ledün İlmidir

Muâz b. Cebel’in bir gün Rasûlullah’ın terkisine bindiği, orada kendisine bir başkasına açıklanmasına izin verilmeyen bir sırr ve gizli bir bilgi verildiği rivayet olunmaktadır.(Buhârî, İlim 49)

Cüneyd:

Sûfîler, aralarına başkalarının dâhil olamadığı bir hâne halkı gibidir. Allah ile kâim olduklarından onları Allah’tan başkası bilemez.

Ebû Süleyman Dârânî (v.215/830):

Tasavvuf, Hakk’tan başkasının bilmediği amellerin sûfî üzerinde cereyan etmesi ve devamlı olarak sadece Allah’ın bildiği bir hâl üzerine Hakk ile beraber bulunmasıdır.

Tasavvuf, havâssa ait ledün ilmidir. Mutasavvıflar arasında yaygın olan görüşe göre Hz. Peygamber’in (s.a.s) Allah’tan aldığı üç nevi ilim vardır. Bunlardan biri, Hz. Peygamber’in ashâbının hepsine öğrettiği; emir ve nehiylerden oluşan şeriat ilmi, diğeri ashâbın bazılarına talim buyurduğu özel ilim (tarîkat, tasavvuf ya da havâss ilmi), bir diğeri de Allah ile kendisi arasında bir şifre mesâbesinde olan ve manası sâdece kendisine malum, muhatabı bizzat kendileri olan ilimdir. Kur’ân’daki hurûf-i mukâtaa ve müteşâbihâyetler bu türdendir.

Allah Rasûlünün bizzat kendisinin:

Siz benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, çok ağlar, az gülerdiniz.”(Buhârî, Küsûf 2; Müslim, Salât 112)hadîsi-i şerîfi Hz. Peygamber’in her aldığı bilgiyi aktarmakla yükümlü olmadığını göstermektedir. Ayrıca şu hadîsler, Efendimiz’in bazı sahâbîlere mahrem şekilde öğrettiği öne sürülen bir bilginin var olduğuna delil sayılmaktadır: Hz. Ebû Hüreyre der ki:

Ben Allah Rasûlü’nden iki kap ilim aldım. Bunlardan birini halka anlattım. Diğerini eğer meydana çıkarıp anlatacak olsaydım, şu boynum giderdi.”(Buhârî, İlim 42)Mutasavvıflara göre bu hadîste geçen ve anlatılmayan ilim, şeriata bağlılık ve Hz. Peygamber’e muhabbet sonucu meydana gelen “özel ve bâtınî ledün” ilmidir.

Yine Muâz b. Cebel’in bir gün Rasûlullah’ın terkisine bindiği, orada kendisine bir başkasına açıklanmasına izin verilmeyen bir sırr ve gizli bir bilgi verildiği rivayet olunmaktadır.(Buhârî, İlim 49)

Allah Rasûlü’nün sırdaşı Huzeyfe b. Yemân’a nifak ve münâfıklar konusunda kıyâmete kadar olacak şeyleri haber verdiği nakledilmektedir.(Tecrîd-i Sarih Tercümesi, II, 465-473)

Ebû Bekir (r.a.) ile konuşmakta olan Allah Rasûlü’nün yanına gelen Hz. Ömer’in, sanki Arap olmayan bir kimse gibi konuşulanlardan hiçbir şey anlamadığının rivayet edilmesi, Allah Rasûlü’nün bazı sahâbîlere özel bilgiler verdiğine delil sayılabilir.

Allah Rasûlü’nden ilm-i havâss adıyla öğrenilen ve daha sonraki nesillere yazılı ve sözlü olarak değil de; manevî verâset, rûhî tecrübe ve hâl yoluyla intikal eden; ibadet ve muhabbet sonucu elde edilen, ilm-i ledün adıyla anılan bir bilgi türü vardır. Bu bilgi yolu tasavvufun konusuna girmektedir.

Bütün İslâmî ilimlerin ana kaynağı Kur’ân ve Sünnet’tir. Bu kaynakların yorumu konusunda fıkıh ve kelâm gibi ilimler, akıl aracılığı ile istidlal ve burhan yolunu kullanırken tasavvuf; keşif ve ilham; yâni ledün yolunu kullanmaktadır. Ancak ilm-i ledün sırrına ermek; ibadet, riyâzat ve mücâhede ile belli bir manevî olgunluğa ermeyi gerektirmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm âyetleri ile hadîslerde bu konuya delil olabilecek ifadeler vardır. Nitekim Kehf sûresinde (18/65-82) Musa ile Hızır’ın arkadaşlığı sırasında Musa’nın olayların dış yüzüne bakarak hükmettiği, Hızır’ın ise ilm-i ledün sayesinde meselenin içyüzüne vâkıf olduğu görülmektedir.

Bu konuda delil sayılan âyetlerden bazıları şöyledir:

“Takvâ üzere olunuz ki Allah size öğretsin.”(Bakara, 2/282)

“Eğer takvâ üzere olursanız Allah size furkân; iyi ile kötüyü ayırt edecek nur verir.”(Enfâl, 8/129)

“Allah’tan korkun ve Rasûlü’ne inanın ki, Allah size rahmetinden iki kat versin ve sizin için, ışığında yürüyeceğiniz bir nur ortaya koysun.”(Hadîd, 57/28)

Bu âyetlerde geçen furkân, rahmet ve nur gibi kavramlar, bir bakıma insanda meydana gelen “gönül aydınlanması” sayesinde ortaya çıkan “vehbî ilim” diyebileceğimiz keşif, fetih ve ilhamlardır.

Bu konuya delil olabilecek hadîslerden bazıları da şöyledir:

“Her ümmetin mukaddesleri; keşif ve ilhama mazhar kişileri vardır. Bu ümmetin mukaddeslerinden biri de Ömer b. Hattâb’dır.”(Buhârî, Fazâil, 16)

“Öğrendikleriyle amel edene Allah Teâlâ bilmediklerini öğretir.”(Mevsûa Etrâfi'l-Hadîs, VIII, 403; Hiyetü'l-Evliyâ, X, 15)

“Kırk gün süreyle Allah’a ihlasla amel edenin kalbinden lisanına hikmet pınarları akmaya başlar.”(Keşfu'1-Hafâ, II, 224)

Keşif ve ilham, mutasavvıflar için hakîkata ulaşmada bir yol ve bir araç olmakla birlikte, hiçbir zaman gaye ve amaç değildir. Çünkü keşif ve ilham sadece sâhibini bağlar. Sûfînin keşfi, müctehidin içtihadı gibidir. Hata ve sevap ihtimali her zaman vardır.

Son devir Ezher şeyhlerinden ve tasavvuf üstadlarından Dr. Abdülhâlim Mahmud (v.1978), bu tarifler içinde en çok Ebû Bekir el-Kettânî’nin şu târifini beğenmekte ve “efradını câmi ağyarını mâni” olarak görmektedir:

Tasavvuf, safâ ve müşâhededir. Çünkü safâ, kalb tasfiyesini ve onun için gerekli olan ibadet, zühd, mücâhede, ihlâs, teslimiyet ve Hakk’a yönelmek gibi konuların hepsini içine almaktadır. Müşâhede de sûfîlere âit her türlü rûhî tecrübe, manevî ahvâl ve keşfî bilgilerle mârifet-i ilâhiyye konuları bulunmaktadır.

 

Alıntı; Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat


Editör diğer yazıları