Editör

Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye Mektubu (30. Mektub)

Ankâzâde Köstendilî Halîl Efendi’nin, Tûti İhsan Efendi’ye Mektubu (30. Mektub)

Cemiyetlerdeki ve fertlerdeki nurlanma aileden başladığı gibi, gene ailedeki zulüm ve şekâvet cemiyetlerin çöküşünü hazırlamaktadır.

Bizleri öldükten sonra dirilten ve yevm-i mahşerde huzuruna sevkedecek olan, her şeyi miktarınca ve kadrince takdir üzre yaratan, lûtfuyla keremiyle insanı başıboş bırakmayan, şerîatıyla bizleri kulluğa sevkeden, tarikatıyla muhabbetini bildiren, hakîkatiyle ilmine âşinâ, ma’rifetiyle de sırrına muhatab eyleyen, helâl ve haram çizgisiyle suflî varlıklar derekesine düşmekten muhafaza eyleyen, her şeyi kuluna hizmetkâr kılıp kulunu da kendi husûsî hizmetine tahsis eyleyen güzeller güzeli Allah Teâlâ’ya hamd ü senâ olsun.

Cemâline vuslat ve onun cemâl-i aşkıyla hizmet nasib-i müyesser kılınsın. İnsanlığı zulmetten nura, gafletten zikre, dalâletten hidâyete, küfür ve şirkten tevhîd ve îmâna; hiçbir ücret almaksızın, kimseden minnet beklemeksizin, en ağır imtihanlara pâk sinesini açarak ümmetine dâimâ hizmetkâr olan hem kavmin efendisi hem beşeriyetin fahr-i ebedîsi ve efendisi, merce-i fukara, enîsi’d-duafâ, Hazret-i Muhammed Mustafa Efendimiz’e sonsuz salât ü selâm olsun. Ruh-i Rasûlullah bizlerden haberdar olup, hoşnud u râzı olsun. Salât ü selâmın nâmütenahî ecrinden âli, ehli, ashâbı ve etba’ı hissedâr olsun. Cenâb-ı Hakk bu zevât-ı kirâmdan hoşnud ve râzı oluşunu bizlere vesile kılsın. Âmin.

Es-selâmu aleyküm, İhsan Efendi oğlum.

Hanımların muhakkak dînî terbiyeyi alması, ilm-i hal dâhil İslâmî her sahada tedrisat görmesi elzemdir. Hele bu harb illeti (1. Dünya savaşı) ve fukaralık, erkek nüfusun azalmasına ve maişet derdinin artmasına sebep olmuştur. Bir de bunlara şüyu’ bulan ahlâksızlık ve gavurca fikrî akımlar ilave olunca dînî terbiyenin sağlam olması iyice ehemmiyet arzetmiştir. Eskiden bir hoca hanım bir kişiye yetiyordu. Hafız teyze, hoca hanım şöyle dursun, bir kocakarı bile görgüsüyle hanımların müşkilini hallediyordu. Amma şimdi öyle mi ya? Şimdi eskisi gibi sadece cahillik, bilmemek hastalığı yok. Her türlü yanlış i’tikad, fikriyat ve sapkınlık, insanlarda bulaşıcı hastalık gibi kol geziyor. Bir yandan sayısız misyonerler, bir yandan i’tikadı bozuk âlim bozuntuları, diğer bir yandan da câhil, soysuz sûfi hareketler bu işgali ve hastalığı iyice şiddetlendiriyor.

Halk ne yapsın? Nasıl ayakta durabilsin? Ahlâk, fazilet, i’tikad, hamiyet, hayâ, ülfet, şefkât, sadâkat, şahsiyet gibi cemiyeti ve ferdi mânen ayakta tutan güzellikler olmadan nasıl bir hayat olabilir? Bir düşünsene evlâdım, Allah muhafaza, hayvanlardan farkımız kalır mı? İnsan, hayatının başında ekseri ma’lümâtı annesinden alır. Baba çocuğun hayatındaki çerçeveyi çizer. Lâkin onun içini ana terbiyesi belirler. Anne câhil kalır, bozuk i’tikadda olur, haram-helâl bilmezse, Allah ve Resul muhabbeti, din gayreti olmazsa nasıl çocuk yetiştirebilir? Çocuk deyip geçme. Çocuk ki ailenin semeresi ve hepsinden önemlisi halîfetullah ve hazret-i insan-ı kâmil namzetidir.

Baba, terbiyeden birinci derecede mes’uldür. Bu mes’uliyet, hanımının ilmî ve dinî terbiyeyi almasına yardımcı olmaya hatta elinden gelen gayreti göstermeye sevkeder. Şimdi bazı erkek müsveddeleri kadını hizmetçi gibi görüp ne ilimle ne mânâ ile alakadar olmasına müsaade ediyor, bir de kendilerini dindar diye el âleme satıyorlar. Çocuklarıyla kendileri uğraşsa ne âlâ… Onu da yapmadıkları gibi bir de kaba kuvvetle hanımlarına muamelede bulunuyorlar. Sadr-ı İslâm’da böyle miydi? Tabiî ki böyle değildi. Hanımlar her sahada âdetâ erkeklerle aynı hizmetlerde ve makamlarda bulunmaktaydı.

Hanımlar mescidlerde, evde, mecliste hatta harblerde bile faal vaziyetteydi. Hz. Aişe annemiz dinde fakih olduğundan ashâb-ı kirâm kendisinden mes’ele sorardı. Hz. Şâh-ı Şehîd-i Kerbela Hüseyin Efendimiz’in kızı Hz. Sükeyne’nin Muaviye’nin sarayında yaptığı muazzam hukukî ve siyasî hitabının İslâm tarihinin ve insanlık medeniyet tarihinin sahifelerinde emsalini bulabilir misin? Öte yandan şöyle, Allah velîlerinin hayatlarına bak, tedkik et. Bu muazzam şahsiyetlerin ardında, temiz nurdan anneler ve onların güzel terbiyesini görürsün. Annesinin sinesinde îmân nuru olmayan, Rasûl aşkı bulunmayan bir çocuğun hali nice olur? Zîrâ çocuk babanın zahrından, ananın sadrından olur, derler. Bunu unutma, iyi belleyesin!

Cemiyetlerdeki ve fertlerdeki nurlanma aileden başladığı gibi, gene ailedeki zulüm ve şekâvet cemiyetlerin çöküşünü hazırlamaktadır. İhya ve imha ailede başlar. Bak bazı hali bozulmuş tarikatlara, kadın ve içki ile başlamıştır bu sefil halleri. Ehl-i tarikatın hanım ihvanı ve valideleri güzel ahlâk üzre olursa cemiyetleri de güzel olur. Câhil, gafil olup da terbiye kabul etmez hale gelirlerse erenler yolunda hem erlerin hem de cemaatlerinin başını yer bitirirler.

Erkeğin nefsi hanımında zuhur eder, kendini gösterir. Kadının nefsi de çocukta tezahür eder. Bunlar birbirine bağlıdır. Er olan kişi hem kendinin ıslahına hem de hanımların terbiyesine gayret edecek, o nurdan nasîbdâr olan hanımlar da cemiyeti imara memur olacak, ancak o zaman işler dört başı ma’mur olacak bilesin.

İhsan Efendi oğlum,

Bendeniz nice analar gördüm, sineleri Allah ve Rasûl aşkıyla yanıp tutuşan.,. Yüzüne baktığında iffetin ve ibadetin güzelliği yüzünden yansıyan… Gözünde yaş, elinde teşbih, dilinde zikir, duaları reddolunmayan… Ayıpları örten, cemiyeti ıslaha çalışan, gıybetin zinadan şiddetli bir günah olduğu şuuruyla herkese hüsn-i zanla ve mürüvvetle muamelede bulunan, Allah için seven ve herkes tarafından sevileri nice analar…. Ve nice hanım kızlar bilirim ki gece ibadetinin solgunluğu yüzüne nur olmuş, nur-i îmânla mahlûkata nazar etmek gözlerine sürme olmuş. Gençliklerinin emanet olduğunu, ahlâk ve ilmin en kıymetli ziynet olduğunu, en güzel elbisenin de takva olduğunu idrak etmiş nice îmânlı kız evlâdı var…

Bakarsan bağ ölür; bakmazsan dağ olur, demişler. Bu insanlar gökten zembille mi indi? Tabiî ki hayır. Ama yerdeki fitneden, cehaletten ve şehvanî isteklerden ilimle, irşadla sıyrılıp yükseldiler. Eskiden bu nev’î insanlar daha çoktu. Ahlâkı bozuk, ahlâksızlığı alenen yapanlar acaba gökten taş gibi mi düştü, diye bakılırdı. Şimdi ise güzel ahlâk üzre olanlar acayip karşılanıyor. Geçenlerde bir hâdise duydum. Hatta şâhid olanları dinledim. Çok üzüldüm. Yedi ceddi şeyh olan bir aile Avrupa’da seyahat ve ikamet ederlerken sanki eskiden zorla îmân etmişlermiş gibi hem ibâdâtı hem tesettürü bırakıvermişler. Öyle kalsa gene bir derece. Bu yetmezmiş gibi tesettürlü Müslüman kardeşlerimizi de bağnazlık ve mürtecîlikle (gericilik) itham eder, levmederlermiş (kınarlarmış). Din ve îmân, içindeki hissiyatmış, önemli olan kalbin pâk olması ve âleme sevgi ile nazarmış…

Bak sen şu işe oğlum, bunlar yeni değil, bu sapık i’tikad evvelden de var. Yâ hû, kalbleri en iyi bilen kimdir? Hz. Allah (c.c). O Hak Teâlâ ki Kur’ân-ı Kerîm, Kelâm-ı Kadîm’inde, Sûre-i Mülk’te ne buyuruyor?

“Her şeye hiçbir şeyin ihâta edemeyeceği şekilde muktedir olan o Allah ki ölümü ve hayatı yarattı ki sizin hanginizin en iyi ameli (işi) var ortaya çıksın, âşikâr olsun.” buyuruyor. O halde düşünmez mi ki bu ahmak insan, kalbleri en iyi bilen Allah Teâlâ bile kuluna amel güzelliğini zâhir eylemesini emrederken kulları nasıl amellerindeki bozukluğu ile temiz kalbini arzetmeye kalkar. Küpün içinde ne varsa dışına o sızar. Bir devletin kanununu ihlâl eden ve eşkıyalık yapan, ‘Ben devletime âşığım, vatanperverim’ dese devletin kadısı bu çürük mazereti suçun hafifletilmesi veya cezanın iptali için vesile kabul eder mi?

Efendimiz (s.a.v) ibadet hususunda başımızın tâcı Fâtıma annemize:

“Kızım Fâtıma, babanın rasûl, peygamber olmasına güvenerek sakın sakın ibadetini ihmal etme!” buyurmadı mı? Hem mâdem kâinata muhabbetle ve şefkâtle nazar etmek lâzımdır deniliyorsa niçin dinini titiz yaşayanlara dil uzatıyor ve onları levmediyorlar?

Ah evlâdım, bu kokuyu iyi bilirim, bunda rahmani koku yok. Asırlardır îmânın misk ü amber kokusuna tahammül edemeyenler, karşımızda tir tir titreyen leş kargaları, Allah korkusu ve Muhammed kokusu olmayanlar, kendilerini de korkutmayan Müslüman tipinde cenâbetler yetiştirmeye gayret ediyorlar. Korkarım gün gelecek Müslümanlar kendi vatanlarında bile inandıkları gibi yaşayamayacak, câhil bırakılacak veya bilseler dahî Müslüman gibi yaşamalarına müsaade edilmeyecek. Efendimiz (sav) zaten bunları kıyamet alâmetlerinden olarak açıkça zikretmişlerdir.

İhsan Efendi oğlum, bu nev’î vakıaları zât-ı âliniz de duymuş, belki de şâhid olmuşsunuzdur. Maalesef durumlar böyle. Kasdım, sizi üzmek veya durumun vehametini beyân etmek değil, tedbire sevketmektir.

Daha evvelce de arzettiğim gibi aile hayatı mühim, hanımların irşadı da bir o kadar mühim mes’eledir. Mezun olan hanımlar ders başı olsun, hanımlar arasında sohbet açsın. Bunu teşvik ediniz. Hanımdan şeyh olmaz, yani hanım tesbihat veremez. Ama hocalık yapar. Mürşidin verdiği tesbihatı hanım kardeşine ta’rif edebilir. Hiçbir erkeğin, mürşidin olmadığı mekânlarda vekâleten bazı tesbihatı telkin etse de “Su geldi mi teyemmüm bozulur.” mucibince bu durum ancak muvakketen olabilir (geçici bir süre içindir, asli hal değildir). Hanımlar kendi aralarında izin dâhilinde cemaat olarak zikir yapabilirler. Hanım kişi semâ yapar. Lâkin sabah namazından sonra ya seccadesinde yahut sadece hanımların bulunduğu zikir meclisinde semâ eder. Çıkıp da erkeklerle semâ edecek değil ya? Gerçi Efendimizin zahir şeriatını dahî tahrif etmeye kalkışanlar, bâtın tarikatını da iptal etmekten geri durmayacaklardır. Tekkelere içkiyi sokanlar buna da bir kisve bulmaya kalkacaklardır. Uyanık olmak, bu gâfillere fırsat vermemek lâzımdır.

Evlâdım, hanımlar muayyen günlerinde tarikat derslerini çekemezler. Lâkin ders yerine olmayan tevhîd ve salât ü selâmla meşgul olabilirler. Dersin haricinde olan ve nafile olarak çekilen yetmiş bin kelime-i tevhîd gibi sayılı tesbihatı yapamazlar. Yani tevhîd edebilir ama sayıya dâhil etmez, lisânını ve kalbini zikirle meşgul eder. Bunu yaparken dahî namaz abdesti alırsa hürmete binâen güzeldir. Almazsa da bir şey îcab etmez. Diğer suâlin cevabına gelince, mekânın ve meclisin emniyeti varsa hanım kişiler erkek hocanın veya mürşidin dersine iştirak ederler. Zaten dinimizin hükümleri ve ashâb-ı kirâmın tatbikatı gayet sarihtir. Hanımlardan biat alınırken el tutulmaz.

Herkes hissiyatının sevkiyle hareket eder. Hanımlarda hissiyat galiptir. “Bir erkek 40 senede, hanım 40 günde velayete erer.” derler. Ancak çabuk düşebilir. Binâenaleyh, hanımların irşadı ziyâde dikkat isteyen bir mes’eledir. İnşallah ömrümüz olursa bu sahadaki tatbikattan etraflıca bahsederiz.

Cenâb-ı Hakk, kadını ile eriyle, ahlâk-ı Muhammedîye ve Kur’ân-ı Kerîm’in nuruyla hidayet eylesin. Esir-i şehvet olmaktan muhafaza eylesin. Ahlâk-ı rezîleye esir olanlarımızı halâs ile ıslah eylesin. İffetiyle, hayâsıyla ziynetlenen, iki cihanda aziz ve hayırlı murâdına nâil olsun. Bizleri “muttakîlere imam” olarak beyân edilen zümreden eylesin. Ezvâc-ı mutahharat vâlidelerimizin ve ehl-i beyt annelerimizin vesilesiyle bizleri efendiler efendisi Rasûl-i Kibriyâ’ya yakîn eylesin.

Âmin, bi hürmeti Tâhâ ve Yâsîn ve’l-hamdülillahi Rabbi’l-Âlemîn.


Editör diğer yazıları